Kitaptan Kesitler...
Uzmanlar beynimizin çok az bir yüzdesini kullandığımızı söylerler.Eğer genel tahmin %10 ise bence bu sadece üst beyine yansıyan kısmıdır.Beyin, tahmin edemeyeceğimiz her şeyi tahmin edip derleyebilir.İnsan beynine sığmayacak bilginin dünya üzerinde var olmadığı bir gerçektir.Bir araştırmaya göre insanlar:Okuduklarının % 10’unu, işittiklerinin % 20’sini, gördüklerinin %30’unu, söylediklerinin % 70’ini, hem görüp hem işittiklerinin % 50’sini, hem yapıp hem söylediklerinin % 90’ını hatırlamaktadır.Gelişmiş beyin, duygusal yönden gelişmiş beyindir. Mecbur kaldığımız zamanlarda ruhsal durumumuzun tam tersi bir görüntüye bürünürüz. Bu iş canımızı sıkar. Akrabasının cenaze törenine giden bir adam, telefonda kendisine piyangodan yüklü bir miktar para çıktığını öğrendiğinde içindeki sevinci gizlemek zorundadır.Zor da olsa davranışlarımızı içinde bulunduğumuz ortama göre kılıflarız.Tahammül edilmesi zor olan, kötü karakterli bir adam patronumuz olabilir.Kendisi devamlı gülmemizi istemese de normal zamanlarda yaptığı iğrenç esprilere bile gülümseriz.Beynimizin bazı olumsuzlukları olumluymuş gibi görmesi, bizi yorar.Bunu kendimize tam olarak şartlandıramadıysak bile genelleme yöntemiyle beynimize kabullenmesini öğretiriz.Diğer bütün insanlar bizim için büyük önem taşırlar.Birey, ”Herkes” tümcesini ne kadar benimserse, sosyal olaylara (veya indirgersek ailesindeki fertlerin birinden işittiği bir kötü söze) o kadar objektif bakabilir.İnsanın kendi hissettiklerinin üzerine eklediği düşünceler, genelde eklendiği anda beyne oturmaz.Eskiden düşündüğü bir içtihat bile olsa, yabancı düşünceler arasına girer.Alt beyin için hazırlanıp bir senaryo olarak sunulması biraz zaman alır.Bize bunu kanıtlayan bilinç altı kurgularımız da vardır.”deja vu” adı verilen “tekrar yaşama” olayı, bu konuya verebileceğimiz en belirgin tanımlamadır.Bir örneğe değinelim:Bir gün önce binlerce kişi arasında dolaştığınız şehir merkezinde, izinli olduğu ve rahat davrandığı dikkatinizi çeken bir insan, kendi para hesabınızı yaptığınız bir Cafe’de, bir anlık göz dalmasıyla bilinç altımıza yerleşmiştir.Yanındaki kişiyle konuştuğunda “Daha önce otobüs muavinliği yaptın mı?” sorusuna farkına varmadan dudak okuma yöntemiyle tanık olmuşsunuzdur.Belli ki yarın bir gün beraber çalışacaklardır.Soruyu soran kişi ise daha önce hemen her hafta ya kendi bindiğiniz otobüste ya da karşı güzergahtan gelen otobüste görüp de kalabalıktan dolayı yüz profilini üst beyninize yerleştiremediğiniz bir otobüs şoförüdür.Üç hafta önce yine bu otobüsle giderken otobüsün gösterge panelinde şoförün çalışma saatlerinin tam bir listesini görmüşsünüzdür.Deja vu’yu yaşadığınız gün, sabaha karşı, beyin bu konuyu ele alıp binlerce senaryo üretmiştir.Bunlar ayrıca film metrajı gibi kesilip montaj yapabilen profesyonel bir stüdyodan geçmiştir.Yani insan beyninden.Öyle ki belleğinize yüklenen senaryo sayısı kaça çıkar siz düşünün! En nihayetinde sabah kalkmış ve her gün yaptığınız işleri yapmışsınızdır.Ayakkabınızın boyanması gerektiğini görüp de boyama işini yarına ertelemeniz tamamen beyninizin size sergileyeceği oyunun bir zamanlayıcısıdır.Aynada saçınızı tarayıp evden otobüs durağına gelmişsinizdir.Genelde sizden önce binen kişi sayısı fazla olduğu için ön tarafa oturursunuz.İşe henüz başlayan yeni muavinin hal ve hareketleri bilinç altınızdaki o mucize fitili ateşler.Otobüste herhangi bir şahıs burnunu kaşır ve siz aynı anı tekrar yaşadığınızı hatırlarsınız.Acemi muavin elinden paraları düşürür.Hayretler içinde bu olayı da gördüğünüzü hatırlayıp şoföre dönersiniz.Şoföründe hafif bir tebessüm eşliğinde fren yapması ve daha sonra kapıyı açması, artık tamamen tanıdığınız bir senaryodur.Daha önceden kesinlikle bu olanları görmüşsünüz ve hayretler içine düşmüşsünüzdür.İşyerine gittiğinizde arkadaşınıza şaşkınlıkla anlattığınız bu olaya deja vu denir._____________________0______________________

Dolaylı veya dolaysız şekilde, sabit düşüncelerle aklını sınırlandıran insan yoktur.Zaman ve hareket kavramları her yeni olgunun hayatımızda farkedilmesini sağlar.Zaman ve hareket...Zaten beynimiz de bu iki kavram sayesinde oluşmuştur?Tanrımızın bize en güzel hediyesi merak edebilmemiz ve bunu sınırlandırabilme gücümüzdür.Kırk sokak öteye yürüyebilirim ama kırk gezegen öteyi sadece hayal edebilirim.Üç milyon kum tanesi elime sığar ama üç milyon yıl sonrasını hayal bile edemem.Üç milyon kum tanesinin dökülüşünü bir kum saatinde izlemek hoşuma gider fakat üç milyon yıl sonra hiçbir şeye ayak uyduramayacağımdan ya da yok olmaktan korkarım.Merak ettiğimiz genel şey, içinde bulunduğumuz süreçte nelerin oluştuğu ve nelerin yaşamımızı etkileyebildiğidir.Bazen neden dinlediğimiz bir müzik parçasının milli duygularımızı kabarttığını veya korkulu rüyalarımızı hatırlattığını düşünürüz.Şekillendiriliş ve standart sazlar, bir duygu seline kapılmamızı neden bu kadar kolay sağlayabilir sizce?Demek ki insanların ortak duygularının kısıtlandırılamayacağını sezmemiz gerekiyor.Öyle ki, adakların en hit isteği, adayan kişinin kendi menfaatidir.Veya yolun ortasında duran bir ekmeği yüz Mekke’linin yüzünün de alıp duvarın üstüne koyması anormal haller dışında garantidir.Hareket ve zaman hep var ve bu iki kavramın oluşturduğu herşey de yerinde duruyor.Bir gezegenin yok olması halinde, (illa ki sorulduğunda) yerinin ”her bir parçasının gittiği yer” denilemeyeceğini bilmemiz gerekir.Çünkü her bir parçasını kapsayabilen bir boşluk olduğu kesin değildir.Evren büyüklüğünü tahmin edemeyeceğimiz kadarsa en azından bunu biliyoruz! Büyüklüğünü birgün kavrayabileceğimize inanarak bir çok icatlar yapılmıştır.İlgilendiğimiz konuların duyum eşiğimiz içinde olması gerektiğini böylece kavrayabiliriz.İnsanoğlu diger insanların kaldığı yerden birşeyleri devam ettirir.O halde beynimizi meşgul eden temel düşünce “Diğer insanlarla ortak yönlerimi nasıl geliştirebilirim?” sorusu olmalı.Cevabı yine diğer insanlarda saklı olan bu soruyu kavradığımızda o saçma ve genel asiliğimizi yenmemiz için önümüzde hiçbir sorun kalmaz sanırım.(Zaman zaman yalnız kalma isteği, kendi kararlarımızın peşinde olma v.b. asil duygulardan bahsetmiyoruz.)Bu temel düşüncelerimizin diğer insanlara göre şekillendirilmesi gerektiğinden bahsediyoruz.Fakir bir ailenin çoçuğuna alacağınız uzaktan kumandalı bir araba yerine, babasına bir boya sandığı hediye edebileceğinizden söz ediyoruz.Güzel bir çin atasözü gibi; Her gün balık tutup vermek değil, balık tutmayı öğretmek.Düş kırıklığı olmaksızın, sonradan olabilecekleri hesaba katarak karşıtımızın yararına bir şeyler yapabilmemizin sevincini yine onunla paylaşabilmek kadar muhteşem bir şey daha vardır ki, o da, kendi muhteşem davranışımızı başkalarının takdiridir.Başarabildiğimiz şeyler, insanların algılayabilme kapasitesinin içindeki yararlı şeylerse en çok hayır duası alanlar arasına giriyor.Örneğin hep olan şeyler zamanla unutulmaktadır.
Kişinin kişi için yaşadığı gerçeği, sabit düşüncemizdir... Şüphesiz ki hayatımızdaki olguların çoğu, diğer insanlar için yaptığımız şeylerdir. En basit şekilde örneklersek: Konuşma gücümüz, yemeğin üç öğün yenmesi, çarşıya çıktığımızda eve göre daha düzgün yürümeye çalışmamız gibileri olurdu galiba... Temelde görülen hareketlerimiz alışılagelmişliğin simgeleridir. Bir gün içinde yaptığımız her şey, yaşayan ya da yaşamayan diğer insanların kalıntılarıdır. Bizde sadece yorumu farklılaşır. Şakacı bir tavırla karşıladığımız misafir kendini daha rahat ve önemsenmiş hisseder. Ortam oluşturma işi bazen çok zordur. Bilgi ve birikimlerimiz, ilgi duyduğumuz alanlarla inşa edilmelidir. Babası futbolu seven bir çocuğun maç sözcüğünden nefret etmesi bize bu ilgi alanlarının en yakın kişiler tarafından verilen kalıp düşünceler olmadığını veya olamayabileceğini destekler.En başında boş bir kağıt gibiydik. Hepimiz hareketleri ve konuşmaları, diğer insanları taklit ederek öğrendik. Peki diğer insanlar ne yapıyordu? Tabi ki onlarda öğrenmeye devam ediyorlardı. Ölürken bile nefessiz kalmanın ne demek olduğunu öğreneceğiz. Şekli o türden olursa...Neden çok işimiz varken kullandığımız hesap makinesinin nasıl çalıştığını merak etmeyiz? Yoksa daha önce düşündüğümüz olguları beynimizin meşguliyet durumuna göre mi hatırlarız! Cevabını bulamadığımız soruları beynimizin bir kenarına attığımızda, başka bir benzer soru gelip ona yapışır. Gün içinde bu hep olur. Kafamızda dönüp dolaşan düşünceler tufanı ne zaman patlak verecek ve ne zaman çok sıkılacağız, diye düşünürüz.Bu düşünce bizi rahatsız ettiğinde nedenini bilmediğimiz sıkıntılar baş gösterir. Böyle durumları hayatımızda olacak kötü olayların habercisi olarak gördüğümüzde davranış şekillerimiz değişir. Kendimizi tamamen iyi hissettiğimiz zamanlar, kaygısız ve içten güldüğümüz anlardır. Ne garip bir şey değil mi! Yüz kaslarımız hareket ettiği zaman mutlu oluyoruz.Ve gergi derecesine göre bir artış olduğunda ciğerdeki havayla karın boşluğunu kullanıp ilginç bir nefes verme düzeni baş gösteriyor.Ağlarken de başka bir hal alıyor. Beynimiz yeni bilgilere daima açtır.Ve bu açlık aşırıya kaçtığında beyin yeni bir şeylerle uğraşmak için kolları sıvamıştır.Merak ettiğimiz bir yeri görmeyi istememizin bize, o yeri araştırma güdüsünü ve hayal etme gücümüzü kullandırdığı gibi...Düşünce açlığı, yeri geldiğinde insana olmadık şeyler yaptırabilir.Düşüncelerini sürekli erteleyen bir insan hayatta kazandığı her ne olursa olsun elinden kolayca bırakabilir.Hayatımızda nedenini bilmeden aldığımız ve sonradan saçma bulduğumuz kararların büyük bir kısmı, düşünmek isteyip de sürekli sonraya bırakılan düşüncelerin birikiminin meydana getirdiği alt beyin emirleridir.Bu emirler tamamlayıcı ve olması gereken davranışlar olarak da karşımızda belirebilir.Ben bunu savunurum kardeşim.:) Anlaşamadığınız ve sürekli tartıştığınız birine karşı kin beslemiyorsanız ama o kişinin zarar görmesinin hoşunuza giden taraflarını daha net algılayabiliyorsanız siz kötü bir insan mısınız? Andaki psikolojik duruma bağlı olmaksızın, toplum kurallarına uygun düşmeyen hareket ve cümleleri sarf eden herkes, deli olmadığı sürece "kötü" olarak görülür. Devamlı iyi düşünüyormuş gibi görünen ve bir konu hakkındaki fikirleri bu yönde sabit olan kişiler genelde insanların bağlılığına layık olanlardır.İyi düşünüyormuş gibidir çünkü her insanın beynindeki yerel düşünceler bir yerden sonra ego seviyesine düşer.Kendimizi iyi bir insan olarak görmemizi sağlayacak olguların başında iletişim kurduğumuz karşıtlarımız vardır.Karşıt, farklı düşüncelere, hareketlere ya da biçime sahip olan varlıktır.Beynimize göre herşey karşıt olabilir.Çocuğun oyuncağı, annenin annesi, dedenin halisünasyonu olan cini...Kısaca, en az tek başımıza, iletişim kurabildiğimiz herşey karşıtımızdır.Faydalı veya zararlı olabilir.Ama neticede karşı düşüncelere sahip olabileceğini kabullendiğimiz bir şey varsa inanaın ki kurtuluşumuz ondadır.Peşine düşüp, bulunduğumuz konum neticesinde ona nasıl davranacağımızı saptamalıyız.Gözün varsa şeklini gör, kulağın varsa sesini duy, dilin varsa konuş ve aklın varsa zamanın yettiğince herkesle bu diyaloğa girmeye çalış.Şekli bozuksa orada bitir, sesi yüksek ise sakinleşince konuş, sohbetlerinin hoşluğunu ara.Gönül zenginliğine ve diğer canlılara (canlandırılmışlara) ne kadar yardım ettiğine veya edebileceğine bak.Kendi halinde zararsız biriyse kötülüğe zarar veren biri olsun iste.Zararlı ve yobazsa uysallaşması için onu uyar.İyilik için hırçınlık yapılmaz, çünkü hırçınlık kötülüktür.En azından yaptığın süre içinde öyledir.Gerekli olan insanlar hep onlardır; kötü duygulara sahip olanlar.Üremelerine engel olmaya çalış.Artıklarını kurda kuşa yedirme ki, sonradan, aklı yetmeyenleri suçlu bulmayasın.Kendi içinde dendge kur tıpkı uyduğun denge kanunları gibi.Sohbetlerinin içinde hep iyiliği hedef tut.Çıkar sokak iyiliktir.Kötülükse çıkmaz bir zindandır.

ZAMANIN ÖNEMİ BÜYÜK Fark gözetin.Şans ve zeka arasında o kadar gidip geldik ki, alıştığımız insanları kırıncaya kadar tutarsızlaştık.Aklımızın ötesini görür gibi hayretlendik.Tutsak olduğumuz yeri saptayamadık.Ya da tutsaklığımız bizi hep bir yerlere sürükledi.Gözlerimizden akan o basit sıvıya ne kadar duyarlı olduğumuzu gördük.Böyle zamanlarda sevgi bile alelade geldi.Uzattık kendimizce.Zaman dediğimiz şeyi o kadar değerli kıldık ki, kalıpların dışına çıkmamıza bile izin vermedi.Ölüm nedir acaba?Zamanı önemsememek mi?Hayır, kesinlikle değil.Ölüm, zamanın seni silmesidir.Çünkü kimi kaybettiysek diğerleri hep yaşadı.Kim sustuysa diğerleri konuşmaya devam etti.Bence önemli olan kesinlikle zaman.Çünkü her şey onun içnde oluşuyor.________________________________________Aslında insanlar, çoğu zaman karamsarlar.Tanrı bize ana seçenekler vermiş.Ama biz ara olguların duygu ve düşüncelerimizi ele geçirmesine izin veriyoruz.Düşünsenize; Yabancı bir eve ilk gittiğimiz halle on beş gün sonraki halimiz bir olmaz.Her şeyi daha sıkıcı ve sabit görebiliriz.Yani açık konuşacağım; ne bok olursa insanın kendisini bir şekilde dizginleyememesinden oluyor.______________________________________

No posts.
No posts.